1970-80’li Yıllarda Sınıflarda Bulunan Dört Mevsim Tablosu

Milyonlarca insanda aynı etkiyi bırakan ve her görüldüğünde neşe ile hüznü aynı anda hissettiren bu tabloları hatırlayan bir çok insan var ülkemizde. Bir çoğumuzun okullarda ders esnasında hayallere dalmasına sebep olan bu görseller neşe ve hüzünlü anıların kapısını aralamıştır.

Kaynak Yayınları Dergilerinin 1980 tarihli Dört Mevsim ilaveleri

Hayatınızı Yaşayın

Reata Strickland’in “Interview With God” (“Tanrı İle Sohbet“) başlıklı sayfasında 10 yıldan uzun süredir yayınlanan anonim şiirden bir kesit:

Teknoloji Gelişmeleri: Son Haberler ve Güncellemeler

Teknoloji ilerlemeye ve gelişmeye devam ettikçe, en son haberleri ve güncellemeleri takip etmek zor olabilir. Bu kadar çok şey olurken, en son trendler ve gelişmelerden haberdar olmak zor olabilir. Bu blog yazısında, teknoloji gelişmeleriyle ilgili en son haberleri ve güncellemeleri tartışacağız.

Son yılların en heyecan verici gelişmelerinden biri yapay zekanın ilerlemesi olmuştur. Yapay zeka teknolojisi, büyük miktarda veriyi hızlı ve doğru bir şekilde analiz edebilen güçlü algoritmalar oluşturmak için kullanılmıştır. Yapay zeka, tıbbi tanıdan otonom araçlara kadar çeşitli sektörlerde kullanılıyor. Yapay zeka teknolojisi gelişmeye devam ettikçe, potansiyel uygulamalar sonsuzdur.

Nesnelerin İnterneti, teknoloji dünyasındaki bir başka heyecan verici gelişmedir. IoT cihazları internete bağlıdır ve veri toplamak ve paylaşmak için kullanılır. Bu cihazlar ev otomasyonundan sağlık uygulamalarına kadar çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. IoT cihazlarının sayısı arttıkça, yeni ve yenilikçi uygulamaların potansiyeli de artmaktadır.

Artırılmış gerçeklik teknoloji dünyasında da çığır açıyor. AR teknolojisi, dijital unsurları gerçek dünyaya yerleştirmek için kullanılır. Bu teknoloji oyun, eğitim ve hatta askeri uygulamalar da dahil olmak üzere çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. AR teknolojisi gelişmeye devam ettikçe, potansiyel uygulamalar sonsuzdur.

Son olarak, blok zinciri teknolojisi, teknoloji dünyasında ilgi gören heyecan verici bir gelişmedir. Blockchain teknolojisi, verileri güvenli bir şekilde depolamak ve aktarmak için kullanılan güvenli dağıtılmış defterler oluşturmak için kullanılır. Bu teknoloji, kripto para birimi ve akıllı sözleşmeler de dahil olmak üzere çeşitli şekillerde kullanılmaktadır. Blockchain teknolojisi gelişmeye devam ettikçe, potansiyel uygulamalar çok geniştir.

Sonuç olarak, teknoloji hızlı bir şekilde ilerlemeye ve gelişmeye devam ediyor. Yapay zekadan blok zinciri teknolojisine kadar çeşitli heyecan verici gelişmeler yaşanıyor. Teknolojideki heyecan verici gelişmelerden hiçbirini kaçırmadığınızdan emin olmak için en son haberleri ve güncellemeleri takip etmek önemlidir..

“Dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz!”

Delikanlı heyecanla ayağa kalkarak dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz dedi!
Sordum Yozgat’ın köyündenmiş. Dedenin mezar taşı var mı dedim, yok dedi.
Bak delikanlı dedim, senin köylü dedene mezar taşı dikmek Osmanlı’da kimsenin aklına gelmez idi. O hat işi mezar taşları Saray,

Prof. Dr. Halil İNALCIK

1-…Saray çevresi, devşirme paşalar yada mollalar içindir. Anadolu köylüsünün çoğunun bırakın mezar taşı, mezar yeri dahi bilinmezdi. Kim bilir hangi cephede, hangi siperde can verip kefensiz defnedilirlerdi. İmparatorluğun askeri yükünü çekerdi onlar! Prof. Dr. Halil İNALCIK

2-Osmanlı, Yemen’de bir kale zapt etti (1538). Osmanlı’ya SARIKLI KAFİR diyen yerel ZEYDİ AŞİRETLERİ Osmanlı’yı hiç kabul etmedi. 1900’de çıkan bir Osmanlı dergisinin YEMEN AHVALİ başlıklı yazısında der ki; Yemen’de her sene en az 4 bin askerimiz ölüyor..!

3-Merhametsiz Padişahlar askeri 10 sene bekletiyorlar Hicaz’da!

Genciken kocadım yitirdim yârimi!

Soyha Yemen yiğit koymadı bizde!

Nolur karlı dağlar nolur asker yarim gelse yaralarım ey olur.

Hiç mi insafın yok Sultan Aziz, 10 seneyi bir sene saysana!

4-Türk dedesini, ninesini insandan saymayan Osmanlı’dan değil de, Kendisine okuma yazma öğreten, hatta kendisini adam yerine koyan Cumhuriyete düşman edildiler! İlk olarak Tanzimat Aydınları Osmanlıcayı kaldıralım alfabe milleti cahil kaldı demişlerdi!

5-Cumhuriyet Türkün Rönesans’ıdır. İşte ispatı. “Bu grafiği anlamayana davul zurna çalsan azdır artık..” 1 dakikanızı ayırın lütfen.

6-O GÜNLERİ/DÜNÜ HATIRLATALIM YİNE! 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Milli mücadeleye karşıtlığıyla ünlü Ali Kemal’in linç edildiğini öğrenen Vahdettin, aynı akıbete uğramamak için İngiltere’ye sığınıp yurdu terk etti. Gerekçesi İstanbul’da can güvenliğinin olmaması idi.

7-24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile düşman devletler yeni Türkiye’nin varlığını resmen kabul etmiş oluyorlardı. Cumhuriyetin ilanı için ciddi bir engel kalmamıştı.

8-29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi. 30 Ekim’de Atatürk, İsmet Paşa’ya bir mektup yazdı. Mektupta yazılanlar Osmanlı’dan nasıl bir enkaz devralındığının, yapılacak işlerin ne kadar büyük ve zorlu olduğunun anlaşılması açısından oldukça önemliydi. Şöyle diyordu Atatürk:

9-“Paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü cephe komutanı ve Lozan başdelegesi olarak elbette biliyorsun.

10- Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. (Büyük devletler, Osmanlı’nın enkazının üzerine kurulan fakir Türkiye’nin uzun süre yaşamayacağını düşünüyorlardı)

11-Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

12-Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.

13-Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.

14-Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

15-Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor.

16-Bebek ölümü demişken, Vahdettin Anadolu’da bebek ölümlerinin fazla olmasına karşı çareyi daha fazla çocuk yapmakta bulmuştu. Her yılın 1 Mayıs’ı düğün günü ilan edildi. Halktan çok çocuk yapmaları istendi. Anadolu, İstanbul’un umurunda bile değildi.

1 Mayıs 1920’nin gazete manşetleri: Vahdettin: “1 Mayıs’ı düğün günü ilan ettim. Evlenenlere kolaylık sağlanacaktır”
1 Mayıs 1920 The Mail gazetesi manşeti “Mustafa Kemal: “İngiltere’yi cezalandıracağım. Kimle karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar!”

17-Mektuba şöyle devam ediyor Atatürk: Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok.

18-Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.

19-Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş.

20-Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.

21-Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.

22-Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.

23-Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.

24- Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!” İŞTE OSMANLI’DAN KALAN MİRAS TAM OLARAK BU ŞEKİLDEYDİ.

25-Uzatmayayım; Cumhuriyet’in ilanın edilişinin üzerinden yalnızca iki yıl geçmişti ki, Atatürk Kayseri’de ilk uçak fabrikasını kurdu. (1925)

25-1930’lu yıllarda yolcu uçakları seferleri yapılabiliyordu. Atatürk, radikal bir karar alarak yolcu uçağı bileti fiyatlarını tren bileti fiyatları seviyesine düşürdü. İşte Belgesi:

26-1934’te kendi fabrikalarımızda üretilen uçakları dost ülkelere hediye edecek seviyeye gelmiştik. Atatürk, bu dönemde İran Şahı’na uçak hediye etmişti. İşte Belgesi: (belgeler Ümit Doğan arşivinden alınmıştır)

27-1951’de, Atatürk’ün kurduğu fabrikalarda üretilen uçaklarımızı ihraç edebilecek seviyeye gelmiştik.

Uçak ihraç ediyorduk. İşte Belgesi:

28-Atatürk Türk kadınlarına 5 Aralık 1934’te seçme ve seçilme hakkı tanıdı ve her alanda önünü açtı, bu Türk kültürüydü.

Fransa ve İtalya kadınlara 1946’da, İsviçre ise 1971’de aynı hakkı kadınlara tanımıştır.

İşte Fransız kadınları 1935 yılında halklarını ararken görüyorsunuz.

29-“Zihniyet olarak 85 yıl geriye gidebilsek, 85 yıl ileriye gideriz..!” Haydarpaşa Garı-1936

Atatürk’ün dediği gibi Cumhuriyet fazilettir, Türk milletinin karakterine en uygun yönetim biçimidir. Ruhu Şad olsun, tüm silah arkadaşlarını saygıyla selamlıyorum.

Kaynaklar;

Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı)

Ümit Doğan

Nimed Nevzad Hanım “Vahdettin’in eşi Mustafa Kemal için ne dedi?”

Oğuz Karakartal bu defa kendi hatırasından yola çıkarak önemli bir ismin Atatürk hakkındaki düşüncesini aktarıyor. Vahdettin’in eşi Atatürk hakkında ne dedi? Cevabı, Karakartal’ın tanıklığından dinleyelim.Oğuz Karakartal

7 Mayıs 1921 tarihli ve arkası yazısız kartpostaldaki meçhul genç kız

Bartınlı Şaban Efendi’nin  Sultan Reşat’ın sarayına bahçıvan olarak girişi talihin bir lutfu idi. Küçüklükten beri kendisini bağ ve bahçe konusunda rahmetli babası yetiştirmişti. İstanbul’da Sultan Reşat’ın saray mutfağında hizmetli olan dayısı nasıl olduysa becermiş, onu saraya bahçıvan koydurmuştu. Bu tam bir “ikbal” idi. Bu ikbal onu, saray ağalarından Hüsrev Bey’in kızı Kısmet Hanım ile nikâhlanmaya kadar götürdü. Bu izdivaçtan güzel bir kız çocuğu dünyaya geldi. Allah’a şükrederek, bu kıza “Nimet Nevzat” adını verdiler. Nimet Nevzat, saltanat çocuklarının oyun arkadaşı olarak saray âdâb-ı muaşereti içinde saraylı bir kız gibi yetişti. Sultan Reşat onu çok severdi. Padişahın, “Nimet kızımı saraydan evlendireceğim” sözlerine cümle âlem şahitti. Sultan Reşat’ın vefatı birçok değişikliği de beraberinde getirdi. Nimet Nevzat, tahta çıkan V. Mehmet Vahdettin’in beşinci zevcesi oldu. On yedi yaşında idi. İstanbul’un işgaline, şehirde ve sarayda olup bitenlere, âdeta bir yabancı gibiydi. Genç kızlığı geçer geçmez on yedi yaşında nikâhlandırılmıştı. Ürküyor ve korkuyordu. Kendisinin babası yaşındaki Vahdettin ile evliliği, padişahın çevresi, şehirdeki İngiliz ve diğer yabancı askerler, onu tedirgin ediyordu. Bu izdivaçtan hiçbir beklentisi yoktu. Sadakatle yetiştiği muhite, saraya, kendisi üzerinde emeği olanlara borcunu ödüyordu. Sultan Vahdettin’in zevcesi olacaksın demişler, o da hiçbir itiraza mahal bırakmayacak şekilde bir baş sallamasıyla bu izdivacı tasdik etmişti.

1921-1922 seneleri arası onun için hapiste gibi geçti. Sultan Vahdettin’i az görüyor, memleket işlerinin iyi gitmediğine dair gözü ve kulağıyla şahit olduğu hadiseler cereyan ediyordu. Bir keresinde Sultan Vahdettin’in birilerine, kızı Sabiha’yla Mustafa Kemal’in evlendirilmesine muhalefet edip  o işi bozmakta ne kadar haklı olduğunu anlatışına kulak misafiri olmuştu. Sultan Vahdettin:  “İkinci bir Enver istemem!” derken ne kadar haklıymışım” diye etrafındakilere dert yanıyordu. Olan bitenden haberdar olamamak, dedikodularla geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünmek, Nimet Nevzat’a ıstırap veriyordu.

1 Kasım 1922 tarihinde, memleketi işgalden kurtaran yeni idarenin saltanatı kaldırdığını ve sultanla ailesinin yurt dışına sürgün yollanacağını işittiği zaman, bunu da bir kader olarak karşıladı Nimet Nevzat. Sultan Vahdettin’in kimi hanımları sürgüne gitmemek için boşanma yoluyla İstanbul’da kalmayı garanti altına alırken, o doğup büyüdüğü, yetiştiği, vefa ve minnet duyduğu kapıdan, onların yanından ayrılmayı onur ve gururuna asla yediremezdi. 1924’te İtalya’ya gitti ve Vahdettin ile San Remo’da geçen sürgün senelerinde sultana bağlı bir insanın yapması gerekenlerle uğraştı. 1928’de Türkiye’ye döndüğünde Nimet Nevzat artık büyümüştü. İstanbul Boğaziçi’nde, Kandilli’deki akrabalarının yanına yerleşti. Komşu gözleri üzerinden eksik olmuyordu. Kandilli’nin yerli halkı onu bağrına basarken semtin yeni sakinleri ise ona “hain Vahdettin’in zevcesi” gözüyle bakıyorlardı. Bir gün ani bir karar verdi ve Küçüksu mesiresindeki bir gezinti sırasında kendisini beğenerek isteten Küçüksulu Ziya Kaptan’a vardı.  Ziya Kaptan ve kardeşi Yunus Kaptan, Küçüksu sırtlarında babadan kalma köşkte yaşayan bekâr birer bahriyeli idiler. Yunus Kaptan Almanlardan Osmanlı’ya sığınan meşhur Yavuz gemisinin ikinci kaptanlığını yapmıştı. Zamanla ağabeyinin eşi Nimet Nevzat’ı sevdi ve bu izdivacın peşinden Küçüksu sırtlarındaki köşkü onlara bırakarak beş on dakikalık mesafede ve kiradaki diğer köşklerine yerleşti.

Nimet Nevzat için 1918’den 1928’e, on yıl boyunca geçen heyecanlı, üzüntülü seneler artık sona eriyordu. Nihayet yirmi altı yaşında huzura kavuşmuştu. Çocukluk ve genç kızlık döneminde yaşadıkları ona, macera romanı okumuş da, kendisi o romanda başrolde bir kahramanmış gibi geliyordu.

Ziya Kaptan’ın deniz merakı ve bahriyeli oluşu Nimet Nevzat’ı da denize çekti. Hemen her gün Anadoluhisarı sahilinde kayıkla  kürek çekiyorlardı. O ürkek bakan, mahzun genç kız, yerini kendinden emin, güleç bir genç kadına bırakmıştı. Gülüyor, gülüyor, kahkahalar atarak sandalın küreklerine asılıyordu. Bazen Küçüksu-Hisar arasında sahilde, bazen de Göksu’dan içerilere, tatlı suyun kaynağına doğru kürek çeken Nimet Nevzat’ı ahali de yakından tanıyor ve seviyordu.

Saraylı Nimet Hanım Ziya Kaptan’a evlat da verdi. Yıllar yılları kovaladı. Gazeteci takımı Nimet Nevzat’ı keşfetmiş, Vahdettin hakkında röportaj yapabilmek için, zaman zaman köşkün etrafında döner olmuşlardı. Nimet Nevzat asla onlarla görüşmek istemiyordu. İhtiyarlığıyla birlikte Halide Edip Adıvar’ın yaşlılığını hatırlatır bir çehreye bürünmüştü. Pencereye de pek çıkmıyordu. Gazetecilerin resmini çekmeye çalışmaları ve  kendisiyle konuşup Vahdettin konulu gazete haberleri yazmak istemeleri onu huzursuz ediyordu. Eski defterleri çoktan kapatmıştı ve senelerdir bu konularda ağzını açmıyordu. Evlatlarıyla huzurlu bir yaşantısı vardı.

Çocukluğumda beni etkileyen ve aklımda kalan tek konuşma

Ziya Kaptan’ın erkek kardeşi Yunus Kaptan’ın oğlu Nihat da, yengesi Nimet Nevzat’a karşı saygılıydı. Nihat Bey halam Nevin Hanım’la evlenmişti. Çocuktum. Altı, yedi yaşlarındaydım. Anne ve babamla birlikte halam ve eniştemle beraber oturuyorduk. Önceleri çocuk yaşta halam Nevin Hanım ile Nimet Hanım arasındaki soyadı benzerliği dikkatimi çekti: Nimet Seferoğlu ve Nevin Seferoğlu! Halam, Nimet Hanım’a yenge diyordu. Eşi Nihat Bey ile evlenirken Ziya Kaptan ve Nimet Hanım onlara nikâh hediyesi olarak saraydan çıkma bir gümüş tepsi hediye etmişti. Halam ara sıra o tepsiyi, sakladığı yerden çıkarır, sardığı örtüyü açıp tepsiyi bana gösterirdi. Bayramlarda ailecek beş on dakikalık mesafedeki Nimet Hanımlara el öpmeğe giderdik. Nimet Hanım’ı, mevsim yazsa köşkünün bahçesindeki sandalye veya şezlonga oturmuş olarak bulurduk.  El öpülür, bayram tebriği yapılırdı. Nimet Hanım ve çocukları pek kimseyle görüşmez, akrabalarını ise bayram gibi özel günlerde belli saatlerde kabul ederlerdi. İşte öyle günlerden birinde halam ve annemle birlikte küçük bir çocuk olarak  ben, Nimet Hanım’ın yanındaydık. Kadınlar kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Çocuk hafızamda o konuşmalardan kalmış kırıntılar yok. Ancak bir tek konuşma, sohbet konusu beynime mıh gibi kazınmıştı. Çocuklukta bana tesir eden ve hafızımda kalan o tek  konuşma….

Bir ziyaret gününde halam,  Nimet Hanım’a şöyle ilişmişti:

-Nimet Hanım Allah aşkına, Allasen söyle! Atatürk’e kızgın mısınız? Sizi saraydan sürdü, memleketten çıkardı. Eski günleri, sarayı arıyor musunuz?

Dinleme cihazı, kayıt aleti, jandarma, kolluk kuvveti gibi şeylerin bulunmadığı, yani Nimet Hanım’ın rahatça konuşabildiği ailevi bir ortamda dudaklarından dökülen sözleri, halama verdiği cevabı, ömrümüm sonuna kadar unutmayacağım:

-Yok Nevinciğim! Eski günleri hiç aramıyorum. Vahdettin Efendi hatalıydı. Sağ olsun Atatürk bizi kurtardı!

  • Yazarın Notu: Sultan Vahdettin’in beşinci ve son eşi Nimet Hanım’ı küçük yaşta tanıdım ve bir kaç kez bayramlarda Anadoluhisarı Küçüksu semtindeki, yanı başımızdaki köşklerine gitmiştik. 1927’de Türkiye’ye döndükten sonra halamın eşi Nihat Seferoğlu’nun amcasıyla evlenmişti. Bu anı-öyküde anlatılanlar küçük yaşta ve biraz ilerleyen yıllarda halamdan dinlediklerimdir, kulaklarımda kalanlardır. Mustafa Kemal Paşa hakkındaki sözlerini küçük yaşta bizzat kulaklarımla işitmiştim. Bu anı-öyküye eklediğim pullu ve arkası yazısız kadın kartpostalının Nimet Nevzat Hanım’la hiçbir ilgisi yoktur. Ben onun yaşlılıktaki halini hatırlıyorum. Ancak halamın bana çocukken gösterdiği Nimet Nevzat Hanım’ın gençlik resimleri,  buraya koyduğum 7 Mayıs 1921 tarihli ve arkası yazısız kartpostaldaki meçhul genç kızı hatırlatır.

Devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Yazar Cemal Tunçdemir, ABD devlet başkanlığı sarayının bilinmeyen yönlerini kaleme aldı. Yazıda yer alan bilgilere göre Beyaz Saray’da oturan başkan ve aileleri tüm kişisel harcamalarını (kuaför, giysi, yemek vb.) kendi maaşlarından ödüyorlar. Üstelik verilen hizmetler 5 yıldızlı olduğundan cüz’i ücretlendirme de yapılmıyor.

Cemal Tunçdemir’in “Bir demokraside, devlet başkanlığı sarayında oturmanın faturası” başlıklı yazısı:

1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.

Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…

ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.

Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.

Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor.  ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:

‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.

Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.

Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:

‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

Kaynak: AmerikaBulteni.com – Cemal Tunçdemir

Şems-i Tebrizi’den nasihatler

Eğer hala kızıyorsan,
kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.
Eğer hala kırılıyorsan, 
gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.
Eğer hala kınıyorsan, 
düşüncelerin yeterince berraklaşmamış demektir.
Eğer hala karşılıksız sevmiyor 
ve sevginde ayrım yapıyorsan, 
hala akıl ve mantığını kullanıyor, 
içindeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsun demektir.
Eğer hala ‘ben’ demekten vazgeçmiyorsan,
dizginlerin hala nefsinin elinde 
ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.
Eğer hala mûsibetlere yana yana üzülüyorsan,
gerçeği bilmiyorsun demektir.
Ve eğer hala ‘şikayet’ ediyorsan, 
hakikati göremiyorsun demektir!..

Şems-i Tebrîzî

4chan nedir? 4chan kimin sitesi? 4chan nasıl kullanılır?

4chan nedir? 4chan kimin sitesi? 4chan.org neden kapandı? Selena Gomez ve Jennifer Lawrance’in çıplak fotoğraflarını yayınlayan 4chan sitesinin hem Twitter hemde internet sitesi kapatıldı. Kate Upton ve Jennifer Lawrance’in çıplak fotoğraflarının yayınlanmasının ardından dün gece Selena Gomez’inde çıplak fotoğrafları 4chan sitesinde yayınlandı. 4chan sitesi forum ağırlıklı bir site.

4chan-logo

4 Chan hakkında bilgi 02.09.2014 Dünyanını en ünlü oyuncu ve şarkıcılarının telefonlarını hackledikten sonra yayınlayan 4Chan sitesini herkes merak etmeye başladı. 4 Chan İngilizce bir site olup forum ağırlıklıdır. Sitenin yüzlerce gönüllü yazarı vardır. Ekşisözlük tarzında olan bu site pek çok gencin ilgi alanına girmektedir.

4chan nedir? 4chan kimin sitesi?  4chan.org neden kapandı? Selena Gomez ve Jennifer Lawrance’in çıplak fotoğraflarını yayınlayan 4chan sitesinin hem Twitter hemde internet sitesi kapatıldı. Kate Upton ve Jennifer Lawrance’in çıplak fotoğraflarının yayınlanmasının ardından dün gece Selena Gomez’inde çıplak fotoğrafları 4chan sitesinde yayınlandı. 4chan sitesi forum ağırlıklı bir site. 

4chan, İngilizce dilini kullanan resim tabanlı forumdur. Kullanıcılar genellikle anonimdir ve yeni gönderiler sayfada diğer gönderilerin üstünde yer almaktadır. 4chan, kendi içeriği ve kuralları olan çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Kayıt olmak gerekli olmamakla beraber mümkün de değildir. (Çalışanları hariç.)

 

1 Ekim 2003’de faaliyete başlayan ve Japon resim tabanlı forumları örnek alınarak hazırlanan site, ilk başlarda manga ve anime resimlerinin paylaşıldığı ve tartışmalarının sürdürüldüğü bir platform olarak hizmet veriyordu. Kısa sürede popüler olan ve yayılan site, içeriğinde hala bolca otaku, anime ve diğer Japon kültürü etkilerini barındırmaktadır.

 

Sitenin İnternet altkültürü ve aktivizm ile ilişkisi bulunmaktadır. Bunun en kayda değer örneği Project Chanology’dir. 4chan kullanıcıları lolcatler, Rickrolling, “Chocolate Rain”, Pedobear ve diğer pek çok internet memelerinin yaratımında veya popüler olmasında önemli rol oynamıştır. Sitenin “Random” (Rastgele) bölümü, diğer adıyla “/b/“, sitenin ilk oluşturulan ve en çok ziyaret edilen bölümüdür.[1][2] Adından da anlaşılacağı üzere Random bölümü, yiklenen içerik konusunda en az kuralın yer aldığı bölümdür. Gawker bu durumu “/b/‘yi okumak beyninizi eritecektir.” diyerek esprili bir şekilde açıklamıştır.[3] Sitenin anonim topluluğu ve kültürü sıklıkla medyanın dikkatini çekmektedir. Medya planlamacıları için bu girişim, “yaratıcılığın her yerde bulunduğunun ve yeni medyanın reklam ajansları için daha az erişilebilir olduğunun kanıtıdır.”[4]

 

4chan, şaka amacıyla internet sitelerine saldırı konusunda bir araç olarak da kullanılmaktadır. Aranılan sayfa yerine Rick Astley’nin resimlerinin gösterilmesi; internet kullanıcılarına ve internet sitelerine karşı koordineli saldırılar düzenlenmesi; şiddet konulu girdilere gösterilen tepkilerin sitede yayımlanması bu duruma örnektir. The Guardian, 4chan topluluğunu “çılgınca, çocukça… zekice, saçma ve endişe verici” olarak tanımlamıştır.

 Zoe Quinn olayını takip ediyor musunuz? Öncesindeki Anita Sarkeesian olaylarından haberiniz var mı? Peki dün gece gerçekleşen ve adı “the fappening” koyulan, pek çok ünlünün iCloud hesabından hacklenmek suretiyle internete yayılan çıplak fotoğraflarını gördünüz mü? Olayları birebir bilmiyorsanız çok önemli değil. Her birini detayıyla anlatacak kadar benzinim var depoda. Şimdilik bilmeniz gereken tek şey şu, üçünün de çıkış noktası aynı: 4chan.

Pajiba diye bir site var, bilmiyorum takip ediyor musunuz? Benim internette en sevdiğim sitelerden biri. Magazin / sinema kültürüyle ilgili tatlı bir blog. Takriben 7-8 tane yazarı var, her birinin kalemi kuvvetli ve Miley Cyrus’ın zıpçıktılıklarından detaylı film eleştirilerine kadar pek çok şeyle ilgili güzel yazılar yayınlıyorlar. Geçenlerde Zoe Quinn olayıyla patlayan “Gamer kimliği” ve bunu canhıraş, iğrenç, agresif bir şekilde savunmanın nedeni mevzusuyla ilgili bir makale bastılar. Makaleyi şurada okuyabilirsiniz.

 

Makale Zoe Quinn’e ve Anita Sarkeesian’a yapılan muamelenin gamer kültürüne değil, nerd/geek kültürüne ait olduğunu ve bu tip insanların bu konularda fazlaca saygısız ve vahşi olabildiğini söylüyor; bu şekil davrananlara set çekilmesi gerekliliğini savunuyordu. Peki kim bunlar, neden o makale kaleme alındı, mesele nedir?

 

4Chan

 

Zoe Quinn, bir oyun yapımcısı ve bir kadın. Kendisinin Depression Quest isimli bir oyunu var. Yakın zamanda eski sevgilisi internete detaylı bir rapor yayınladı. Bu raporda Quinn’in kendisine ne derece yalanlar söylediği, kendisini kaç kere aldattığı ve benzer şeyler yazıyordu. Quinn’in o sevgilisini Kotaku yazarı Nathan Grayson ile aldattığı ortaya çıktı, sonrasında da Quinn oyununun iyi tepkiler alması için oyun basınından kişilerle yatmakla suçlandı.

 

Kotaku olayı araştırdı, Grayson’ın Quinn ile ilgili yazdığı tek yazının ikilinin ilişkisi başlamadan önce vuku bulduğu anlaşıldı. Başka da bir ilişkinin gerçekleştiğine dair ortada bir delil yoktu. Ama Quinn internet üzerinden, özellikle de 4chan’ın v ve b boardlarından gelen pek çok ölüm, tecavüz ve şiddet tehditlerine maruz kaldı. Kendisiyle ilgili iğrenç photoshop’lar yapıldı, bizzat adresine tehditler gönderildi, kişisel alanı işgal edildi.

 

Anita Sarkeesian da bir öğretim görevlisi. Kendisi pop kültürde feminizim başlığı altında ders vermekte. Bir Kickstarter kampanyası başlatıp oyunlarda kadınların yeriyle alakalı bir video serisi çekmeye girişti. Serinin ilk bölümünden itibaren kendisine ağır tepkiler geldi. İnternette “Anita Sarkeesian’ı öldüresiye döv” oyunları yapıldı, yine bir kadına tecavüz, ölüm ve şiddet tehditleri gitti. Bu tehditler öyle bir seviyeye vardı ki polis Sarkeesian’ın evini terk etmesi yönünde telkinde bulundu.

 

Pajiba da bunlar hakkında yazıp, “lanet olsun bu nerd kültürüne” şeklinde özetlenebilecek bir sinir yansıtmıştı makaleye. Eğer yazıda yeterince aşağıya scrollarsanız, benim de yorumumu göreceksiniz. Ben o yorumda Türkiye’de bir geek/nerd kültürü sitesinden sorumlu olduğumu, pek çok arkadaşımın nerd/geek olarak tanımlanacak insanlar olduğunu söyledim. Tanıdığım hemen herkesin Anita Sarkeesian’dan en çok hafif nem kapıyor vaziyette olduğunu; hiçbir zaman internetten tehdit yollayacak noktaya gelecek bir öfkte beslemediğini belirttim. Bildiğim tüm nerd ve geek’ler hayatındaki kadınlara saygıyla davranıyor ve kendileri de bir öteki olduğundan, toplumun diğer ötekileri (kadınlar, LGBT, etnik azınlıklar, dini azınlıklar, hayvanlar vb.) ile empati kuruyorlardı.

 

Ben orada yazarın bahsettiği anonim linç ve sözlü şiddet mantığının nerd kültürü ile alakası olmadığını söylemeye çalışıyordum. Yazarın “yeter artık” dediği, haklı olarak nefretini kustuğu şey nerd kültürü değildi. 4chan kültürüydü.

 

Bu da bizi bugüne getiriyor. Aralarında Jennifer Lawrence, Kate Upton, Brie Larson, Krysten Ritter ve Kristen Dunst’ın da olduğu onlarca ünlü kadının çıplak fotoğrafları dün 4chan üzerinden internete yayıldı. Dün gece kendimi fotoğraflara bakarken buldum. Hemen hemen hepsine bakmışımdır herhalde. Bunu niye yaptığımı bilmiyorum, sorsanız açıklayamam. Ama sonrasında gece uyurken içimi inanılmaz bir utanç ve iğrenme kapsadığını biliyorum. Bunun sebebinin de farkındayım.

 

Bu baktığım şeyler Kim Kardashian’ın seks kasedi gibi “ün arttırıcı” olarak tasarlanmış şeyler değil. Kanye West’in takım taklavat resmi gibi yanlışlıkla Twitter’dan DM yerine açık tweet olarak gönderilmiş bir hata da değil. Bu fotoğraflar insanların kendileri ya da sevgilileri için çektiği, ve hiçbir zaman hiçbir yere gönderilmemiş, iCloud hesabından hacklenerek, müdahale edilerek, işgal edilinerek çalınmış şeyler. Bu bir özel alan işgali. Bu bir hak işgali. Bu bir haneye tecavüz.

 

Bu 4chan’ın ilk vukuatı değil.

 

4chan’dan ve temsil ettiği her şeyden katmerli katmerli tiksinerek uyandım bu sabah. Çok zor bir şey değil böyle hissetmek. Şu insanlardan herhangi birinin yerine koyun kendinizi. Kariyerinizde çıplak roller almamak / çıplak poz vermemek gibi meselelerde ince eleyip sık dokumuşsunuz. Belli ki kariyerinizin siz soyunursanız nasıl bir şekil alacağından endişelisiniz. Sevgiliniz ya da kendiniz için seksi bir resim çekiyorsunuz. Yanlışlık yok, hata yok. Sadece iCloud’a yükleniyor fotoğraflar. Ve birisi oradan çekip, sizin izniniz olmadan, rızanız olmadan, internete koyuyor. Ortada sizden intikam almak isteyen bir eski sevgili bile yok. Sadece bunu anonim olduğu için yapabileceğini ve ceza almadan sıyrılabileceğini bilen bir adamın ergenliği yüzünden canınız yanıyor.

 

Ya lütfen düşünün, lütfen empati yapın. Bunu o insanların annesi, babası görecek. O insanlar sokağa çıktığında o fotoğrafları görmüş insanların yanından geçecekler. Ve bazıları gerçekten çok şahsi, çok özel, çok mahrem bu fotoğrafların. Kimseye gönderilmek istenmediği çok açık. Ama şimdi, dünyada onlara bakıp keyif alan milyarlar var. Bu adil mi? Bu doğru mu? Hakkaniyetli mi bu?

 

Peki bir kadının evini terk etmek zorunda kalması? Başka bir kadının sonsuza kadar, sırf paşamlar kendilerini “biz eziktik, siz bizi reddediyordunuz, şimdi biz sizi kulübümüze almıyoruz” mantığı yüzünden “İyi puan için seks veriyor” damgası yiyecek olması? Bu insanlar sadece internette sizin anonim linç kulübünüzün merceğinde yaşamıyorlar. Bu kadınların, bu insanların gerçek bir hayatı var. Ve sizin anonim maskesinin arkasına saklanıp attığınız taşlar o insanları gerçek hayatta vuruyor.

 

Ya sıçayım sizin kulübünüze. Bunu hiç “dışarıdan” bir adam olarak değil, gayet 4chan’in yukarıda belirttiğim mantığının içinden bir adam olarak söylüyorum. Çocukluk hayatımın çoğunu şişman / gözlüklü olduğum, devamlı kitap okuduğum ya da bilgisayar oynadığım için eziklenerek geçirdim. Lise hayatım da benzer sebeplerden dolayı kızlardan ret yiyerek geçti. Ama şu mantık beni tiksindiriyor. “Normal” insanların yıllardır kendilerini çepere ittiği, ezdiği, kendini değersiz hissettirdiği insanlar şimdi tüm bunların acısını çıkarmak istiyorlar.

 

zoechair

 

Zoe Quinn seks yapabiliyor olmasını (yani kadın oluşunu, onlara göre) kullanarak kendilerine ait olan ayrıcalıkları (mesela oyun yapmak) elde ediyor. Anita Sarkeesian onlara gelip, onlar tüm hayatları boyunca beyaz bir nerd erkek olarak güçsüz hissetmişken, toplumun en şamar oğlanı kendisiymiş gibi hissetmişken; “Kusura bakmayın ama kaçış yaptığınız oyunlardaki davranışınızın da delili olduğu gibi, kadınlar toplumda daha çok eziliyor, şamar yiyorlar” deme cüretini gösteriyor. Jennifer Lawrence? Kate Upton? Onlar zaten lisede onlarla beraber olması gerekirken “piç çocuklarla” çıkan hain kadınlar; bir ünlü olarak da vücutlarını bizim tahrik kapasitelerimize açmak zorundalar.

 

Bu 4chan kültürü. Nerd kültürü böyle bir şey değil. Nerd dediğin adam bir kadını ancak o kadınla “Marvel mı DC mi” diye tartışıyorlarsa kırar, onda da “Abi saçmalama Flashpoint diyorum okuman yazman yok mu senin?” gibi bir cümleyle gelir o kırgınlık, “Sana birisinin sağlam bir tecavüz etmesi lazım” gibi bir şeyle değil. Nerd/geek adam kendi kimliğinin farkındadır. Kendisini bir kenara bırakmaz. Anonim bir maske altına saklanıp insanlara saldırma gereği duymaz. Neyse odur, halinden memnundur. Olması gereken de budur zaten.

 

Ben bunu o yorumda da yazmıştım, şimdi de söylüyorum. Bu siteye gelip de nerd / geek olmaktan gurur duymayanınız var mı? Ben duyuyorum, duymasan Geekyapar diye bir sitenin yazı işleri müdürü olmazdım zaten. Ben odamda Bastion, BioShock posterleri olmasından memnunum. Ben şu an duvar kağıdımın Tenten olmasından utanmıyorum. Dilerse tillahı gelip benim alanımı “işgal” etsin, benim umurumda değil. Kadınlar da gamer olsunlar. Eskiden bizi reddeden insanlar gelip bizim kaçışımızı yaptığımız şeylerden ekmek yesinler? Bana ne?

 

4chan’a göre bunların hepsi düşman. Onlar anonimlik altında, bunu yapıp sıyrılabileceklerini bildikleri için bir linç kültürü geliştirdiler yıllarca. Cinsel ve sözlü taciz onların bir numaralı silahı oldu. Kimi sevmedilerse saldırdılar. Bu son fotoğraf sızdırması da bunun en son darbelerinden biri. O fotoğraflar onların “hakları” ya, o insanların hayatları önemsiz ya? Tek tek hacklediler, her birini sızdırdılar. Sonuçta önemli değil. Onlara çok çektirilmişti vaktiyle. Onların bunları yapmaya hakkı vardı.

 

İşte ben de çizgiyi burada çekiyorum ve diyorum ki, yok. 4chan internetin en iğrenç sitesi. Dünyanın en iğrenç kitlesini yarattı ve yönlendirdi. Merhaba. Ben Yiğitcan. 4 yaşımda ilk Game Brick’imi aldığımdan beri kendimi gamer, ilk çizgi romanımı okuyup heyecanla arkadaşlarıma anlattığım 5 yaşımdan beri de kendimi geek olarak tanımlıyorum.

 

Ve 4chan’dan tiksinmemin doruklarındayım.

 

Katılır mısınız bana?

Kaynak:geekyapar.com

‘Nobel Barış Ödülü kaldırılsın!’

Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica, Nobel Barış Ödülü’nün kaldırılmasını istedi

  • 32271-mujica

Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica, Nobel Barış Ödülü’nün kaldırılmasını istedi.  Devlet Başkanı Mujica, dünyanın bir çok bölgesinin savaşlarla kan gölüne dönüştüğü bir ortamda barış ödülü verilmesinin anlamı kalmadığını belirterek soğuk savaş dönemlerini özlediğini söyledi. Uruguay Devlet Başkanı, soğuk savaş döneminde halkın çok zorluklar yaşadığını ancak hiçbir zaman bu kadar kan dökülmediğini hatırlatarak, “O zamanlar liderler oyunu kuralına göre oynuyordu, bir düzen vardı, telefonlar açılıp savaşlar durduluyordu, şimdi kimse bana gelip soğuk savaş dönemini eleştirmesin” dedi.

KAZANIRSAM ÖDÜLÜ REDDEDERİM
Devlet Başkanı Jose Mujica, İspanyol El Mundo gazetesine verdiği özel röportajda, adının Nobel Barış Ödülü adayları arasında geçmesine karşı çıkarak kazanması halinde bu ödülü reddedeceğini açıkladı. “Ukrayna’da, Libya’da Irak’da Suriye ve Filistin’de yaşananları konuşmak bile istemiyorum” diyen Mujica, “Bunun üzerine bir de barış ödülü vermek neyi ifade eder ki kaldırılması en iyi sonuç olur” dedi. (DHA)

ŞİDDET ABD’NİN İŞİNE GELİYOR
Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica bir süre önce yaptığı “İsrail Filistin halkına soykırım yapıyor” açıklamasının sorulması üzerine “Bu sözlerimin arkasındayım “ diyerek, bu savaşın en büyük sorumlusunun ABD olduğunun altını çizdi. “ABD istese bölgeye biraz daha sarışın çocuk gönderir savaşı durdurur ancak istemiyor, her yere mavi bereli barış askeri gönderen ABD neden buraya göndermekte zorlanıyor” diyen Mujica, “Çünkü bu durum onların işine geliyor, bu savaş kinden ve nefretten başka bir şey üretmiyor” açıklaması yaptı.