Maraş Katliamı “Gizlenen gerçekler.”

‘Ellerinde Alman tüfeği, mavzer, makineli tüfekler vardı. Kadınlarımızın memeleri kesildi. Altı aylık çocuğumuza kurşun sıkıldı. Kolları kesildi, kafaları ezildi. Kadınlarımızın hem ölüsüne hakaret ettiler, hem dirisine. Kocasının yanında yaptılar. Kocası dedi; ‘Allah’tan korkun.’ Kocasını çektiler öldürdüler. Ardından kadını öldürdüler. 20 yaşında bir babayı oğluyla birlikte öldürdüler. Gözlerine şiş soktular insanların. Seyrantepe’de Kaşanlı ….’ün karısının ırzına geçip, kurşuna dizdiler. Daha sonra külotunu çıkarıp sokağa attılar. Kalaycı Şah İsmail’e de baltayla vurup beynini parçaladılar…’İnsanın kanını donduran bu ifadeler, 30 yıl önce 21 Aralık 1978’de yüzlerce kişinin öldürüldüğü, bin 500 kişinin yaralandığı Maraş’ta yaşanan katliamın ‘devlet sırrı’ olarak gizlenen resmi raporlarda yer alan satırlarından bir bölümü. Bu resmi rapor uzunca bir süre devletin karanlık kasasında ‘devlet sırrı’ olarak saklandı. Saklanmasının nedeni katliamda devlet görevlilerinin aldığı roldü. MİT ve CIA ajanları katliamda önemli roller üstlenmişti. Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın kurduğu özel ekibin ve dönemin Cumhuriyet Savcısı Dündar Saner’in hazırlattığı raporun bazı bölümleri ise yıllar sonra GündemDergisi’nde, ardından da Özgür Gündem Gazetesi’nde yayınlandı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ölümünün ardından açılan arşivlerinde ortaya çıkan belgeler de katliamın MİT görevlileri tarafından planlandığını ortaya koyuyordu. Bugün ise artık 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı ile Sivas, Malatya, Çorum ve Maraş katliamlarını devlet çetelerinin gerçekleştirdiği çok iyi biliniyor. 1978’de Maraş’ta Alevi yurttaşları hunharca katledenler, bugün aynı zihniyetle katliamlarına Bölge illerinde devam ediyorlar.

MİT ve CIA planladı

1970’li yıllardan günümüze kadar gerçekleştirilen katliamlar, 12 Eylül darbesinin ve bugünkü AKP iktidarının altyapısını oluşturdu. Fethullah Gülen cemaatiyle kol kola girerek ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin destekleyicisi olan AKP’nin günümüzde Reha Çamuroğlu ve İzzettin Doğan gibi kişilerle Alevilere karşı sözde ‘ılımlı’ yaklaşımları ise katliamlarla amaçlananların son halkasını oluşturuyor. Hazırlıkları günler öncesinden yapılan Maraş Katliamı sırasında dönemin Emniyet Müdürü bugün AKP’nin ikinci adımı olan Abdülkadir Aksu’ydu. Maraş’ta 4 gün boyunca oluk oluk kan dökülürken, katliama adları karışan Abdülkadir Aksu, MİT elemanları ve dönemin bürokratları hakkında bugüne kadar hiçbir soruşturma açılmadı. Olaylar sırasında İçişleri Bakanı olan İrfan Özaydınlı, katliamın açığa çıkarılması için özel bir ekip kurdu ve yaptırdığı incelemede oldukça önemli bilgilere ulaştı. Ancak bu bilgiler ‘devlet sırrı’ olarak gizlendi. Özaydınlı’nın kurduğu özel ekibin ve dönemin Cumhuriyet Savcısı Dündar Saner’in hazırladığı raporlara göre, katliamın planlamasını, Alparslan Türkeş’in dünürü olan MİT hukuk müşavirinin de içinde olduğu 4 MİT mensubu ve katliamdan birkaç gün önce Maraş’a giden CIA ajanı Peck birlikte yapmıştı.

Katliamın planlayıcıları arasında Adalet Partisi İl Başkanı Faruk Kadıoğlu ile dönemin Maraş Belediye Başkanı Ahmet Uncu da vardı. Katliamın ardından usulen yapılan yargılamalar ise 1991 yılına kadar sürdü. Sanık olarak yargılanan 804 kişi değişik oranlarda hapis cezasına çarptırıldı. Katliamda önemli roller üstlenen 68 kişi ise hiç yargılanmadı. Haklarında ceza verilen kişiler de Nisan 1991 yılında Turgut Özal’ın çıkardığı Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, serbest bırakıldı. Böylece Maraş Katliamı dosyası sessizce kapatıldı. Bugün ise birçok Alevi ve demokratik kitle örgütleri Maraş Katliamı davasının yeniden görülmesini talep ediyor.

Katliam planlıydı

Yıllar sonra ortaya çıkan belgeler katliamın startının 18 Aralık’ta verildiğini gösteriyor. Olayların 
başlangıcından önce, 16 Aralık’ta Çiçek Sineması’na aniden Cüneyt Arkın’ın baş rolünde yer aldığı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı film gösterime sokuldu. Gizlenen raporlara göre sinema salonunda 18 Aralık günü, ÜGD Maraş Şubesi İkinci Başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger (Şendiler soyadını alarak daha sonra MHP’den milletvekili oldu) ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’nin yönlendirmesiyle tahrip gücü az bir dinamit patlatıldı. Patlamadan sonra Cuma Avcı adlı bir kişi polis memuru Hasan Aydın’ı dinamiti atan kişi olarak teşhis etti. İçişleri Bakanlığı’nın gizlenen raporunda katliamın organizatörleri ve günler öncesinden başlayan hazırlıklar da tek tek anlatılıyor. Raporda katliamın uygulayıcıları olarak Ankara’dan Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses’in Maraş’a gittikleri belirtiliyor. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli’nin de olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri kaydediliyor. Rapordaki ilginç tespitlerden biri ise, katliamın bir gün öncesi ile son gününü içeren 19-25 Aralık tarihleri arasında Maraş’a, görülmedik fazlalıkta milli piyangocu akını olmasıydı.

Evler önceden işaretlendi

Raporda milli piyangocu kılığında Maraş’a gelen kişilerin kentte Alevilerin yaşadıkları Yörükselim, Şeyhadil, Kümbet ve Yeni Mahalle gibi semtlerde nüfus sayımı yapıyoruz iddiasıyla evlerde kaç kişinin yaşadığını tespit ettiği ve Alevilerin evlerinin kapılarını kırmızı boyayla işaretlediği belirtiliyor. Alevilerin evlerinin işaretlenmesinin nedeni ise katliam günü açığa çıktı. Maraş’ta gerici ırkçı, şeriatçı faşist güruhun neden olduğu vahşet, 20 Aralık akşamı Alevilerin gittiği Yeni Mahalle’deki Akın Kıraathanesi’ne patlayıcı madde atılması ve iki kişinin yaralanmasıyla başladı. 21 Aralık’ta ise Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık’ta yapılacak olan öğretmenlerin cenaze törenine saldırı hazırlığı ise geceden başlatıldı. 22 Aralık’ta Maraş Müftüsü, resmi araçla dolaşarak, ‘Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım. Bir Alevi öldüren cennete gider’ diye halkı kışkırttı. Devlet Hastanesi Başhekimi ise öğretmenlerin cenazelerini Cuma namazının bitimine denk getirerek katliama yardımcı oldu. Cenaze töreni sırasında önceden hazırlanmış saldırgan güruh ‘Komünistler Moskova’ya, Katil İktidar’ sloganlarıyla saldırıya geçti. Polislerin saldırganları engellememesi üzerine cenaze korteji dağıldı. Faşist ve şeriatçı çeteler ilerleyen saatlerde iyice azgınlaştı ve Alevilerin yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldırmaya başladı. 22 Aralık’ta geç saatlere kadar süren saldırılarda 100’e yakın işyeri tahrip edildi. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakıldı.

Hamile kadınların karnı deşildi

23 Aralık’ta camilerden ve belediye hoparlöründen, ‘Bütün din kardeşlerimiz son görevlerini yapsınlar’ 
şeklinde kışkırtıcı anonslar yapıldı. ArdındanAlevilerin yaşadığı mahallelere otomatik silahlarla saldırılar başladı. Önceden kırmızı boya ile işaretlenen evler tek tek yakıldı. Polisin ve askerlerin önlem almamaları faşist ve şeriatçı çetelerin Maraş’ı tamamen ele geçirmesine neden oldu. Maraş’ı kan gölüne çeviren caniler, kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, kundaktaki çocukları boğazladılar. Çocukların gözlerini şişlerle oydular, insanları baltalarla doğradılar. Bu saldırılarda cami imamları da yer aldı. Mahalle muhtarı saldırganlara silah dağıttı. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat taşıdı. Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız’ın söyledikleri şeriatçılarla faşist çetelerin katliam için nasıl biraraya geldiklerini göstermesi bakımından hayli çarpıcıydı. İmam Yıldız, cuma vaazında ‘Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır’ diyerek kışkırtıcılık yaptı.

Asker ve polis katliamı izledi

Birçok mahallede, sokakta, evde kadın, çocuk, genç, yaşlı Alevi yurttaşlar katledilirken devlet katliama seyirci kaldı. İldeki askeri birlikler saldırganları engellemedi. Canlarını kurtarmak için askere sığınan kişileri askerlerin ellerinden alan saldırganlar onları kurşuna dizdi. Devlet hastanesine getirilen yaralılar burada öldürüldü. Maraş Katliamı tam beş gün sürdü. Devlet beş gün Maraş’ta yaşanan katliama seyirci kaldı. Maraş’ı ele geçiren faşist ve şeriatçı çeteler, ‘Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı’nın kellesini istiyoruz’ sloganları ile Kürt Alevilerinin ve devrimcilerin evlerine beş gün boyunca saldırdı. Katliam sırasında Maraş’ta bulunan İçişleri Bakanı Özaydınlı ise ‘katliamın solcuların tahriki sonucu’ çıktığını iddia edecek kadar yüzsüzleşti. Özaydınlı, Türkeş’i de ziyaret ederek, katliamın mimarıyla sözde alınacak önlemleri görüştü. Oysa katliam tam da Türkeş’in istediği gibi olmuştu. Maraş’ta ‘Müslüman Türkiye’ sloganı eşliğinde yapılan katliam, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabildi. Olaylarda resmi kayıtlara göre 111 kişi vahşice öldürüldü, bin 500 kişi yaralandı. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edildi. Katliam ile ilgili açılan dava sonucunda ise Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi, gerekçeli kararında katliamı uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi örgütlerle bugün Kürtlere ve devrimcilere karşı çeşitli katliamlar gerçekleştiren ETKO ve kontr-gerillanın adını kayıtlara geçirdi.

KATLİAMIN TANIKLARI ANLATIYOR

Maraş Katliamı’nı yaşayan ve canlarını zor kurtaran yurttaşlar, yaşadıkları vahşeti tutanaklara geçen ifadelerinde anlattılar: ‘… Mağdur Kemal Yıldız’ı bir tepeye çıkarttılar. İşin zevkine varmak ve nişancı olduklarını göstermek için önce bıraktılar, biraz uzaklaşınca arkasından ateş ettiler… Müfettiş Süleyman Metin’i öldürenler, karısının ve çocuklarının cesedin üzerine atılıp ağlamalarına el çırparak, kahkahalar atıyorlardı… Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı ellerinde, evlerimize saldırdılar, gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP’ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı… Devlet hastanesine getirilen yaralılara silahla ateş ediyor, öldürüyorlardı. Yaralıları hastaneye taşıyan cankurtaranın şoförünü de silahla öldürdüler. Babam kanlar içinde yerde yatıyordu. Saldırganlar, küçük kız kardeşim Hürriyet’in, babama sarılarak ağlamasıyla alay ederek gülüşüyorlardı. Sonra evin her tarafına gaz, benzin dökerek ateşe verdiler. Odalar ve salon alev alev yanıyordu. Babamın cesedini yanmaması için dışarı çıkarmaya çalışıyorduk. Saldırganlar ise ‘Bırakın kafir yansın’ diye bağırıyorlardı. Sonra cesedi ateşe doğru çektiler. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu…’

‘Aşağıdan evi ateşe verdiler. Taşlarla camları kırarak içeriye ateş ettiler, dinamit attılar. Şişelere gaz doldurup attılar. Evin içi yanmaya başladı. Balkona çıkmak zorunda kaldık. O sırada damın üstünde bulunan Recep Esenceli, ‘Gelin sizi kurtaracağım’ diyerek Ali Bilmez’i ve beni elimizden tutarak damın üstüne çekti. Ali Bilmez, dama çıkar çıkmaz vuruldu. Ben de yaralandım ve tekrar balkona düştüm. O sırada saldırganlar, ‘Siz kadınlar aşağıya inin, erkekleri öldüreceğiz’ diye bize bağırdılar. Teyzem Fatma Bilmez, ‘Kocamı da öldürdünüz, oğlumu da öldürdünüz, daha ne istiyorsunuz?’ diyerek saçını başını yoluyordu. İçerideki ateş biraz sönmüştü, tekrar içeri girdik. O sırada, damda bulunan Hasan Ildırcan’ı da vurdular. Evin içine yine dinamit atmaya başladılar. Saldırı sabahtan akşama kadar devam etti. Mecburen balkona çıktım ve ‘Teslim oluyoruz’ diye bağırdım. Evde erkek olarak yalnız Hasan Bilmez sağ kalmıştı. Onu da silahla yaraladılar. Teyzem Fatma Bilmez ile Selda Bilmiz yaralı olan Hasan’ı dama çıkardılar. Saldırganlar pencereye demir direk dayadılar ve eve bir sürü saldırgan doldu. Birisi beni merdivenlerden yanan odunların üstüne attı. Ağzım ve yüzüm yandı.’

‘Oğlum Ali ile afet evlerine doğru kaçmaya başladık. Yolda bir saldırgan grup oğlum Ali’yi yakaladı. Ben Karamaraş’a kaçtım. Öğleden sonra dayanamadım, oğlumu aramaya çıktım. Mahalleye geliyordum, Kalender Toklu ve Hüseyin Toklu’nun cesetlerini evlerinin önünde gördüm. Tüm aramalarıma rağmen oğlumu göremedim. Askerlere sığındım, olaydan dört gün sonra askerlerle birlikte oğlumu aramaya çıktık. Mahalleye geldiğimde oğlum Ali’nin cesedini, Dilber Yılmaz’ın evinin bodrum katında bulunan bir kazan içinde yakılmış bir vaziyette buldum.’

Devletin gizlediği gerçekler

Dönemin Emniyet Müdürü bugün AKP’nin ikinci adımı olan Abdülkadir Aksu’ydu

Maraş Katliamı’nda bugün hala devletin gizlediği gerçekler var. ‘Devlet sırrı’ olarak gizlenen gerçekler ise şöyle: Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın ve Savcı Dündar Saner’in hazırladıkları raporlar hala gizleniyor. Katliamı organize eden 4 MİT görevlisinin kimliği sır gibi saklanıyor. Katliamı planlayan, aktif olarak katılan ve hastaneden kaçan 8 kişi kimlikleri bilinmesine karşın bugüne kadar yakalanmadı ve devlet bu kişileri hala koruyor. Dönemin Maraş Emniyet Müdürü Aksu olaylardan sonra kendini nasıl savunduğu ve İçişleri Bakanı Turan Güneş’in devletin içinde yer aldığını söylediği kontr-gerillanın bağlı olduğu devlet birimi hiç açıklanmadı. Maraş katliamında kullanıldığını söyleyen sonradan soyadını değiştirerek MHP’den milletvekili olan Ökkeş Şendiller’i kimlerin kullandığı hala gizleniyor. Katliama adı karışan Ünal Osmanağaoğlu hakkında hiçbir soruşturma açılmadı. Devletin kadrolu ve maaşlı katillerinin kimliği gizlendi.

Avukatlar öldürüldü mahkeme basıldı

Ecevit’in özel arşivinden çıkan belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ CIA ajanı Peck değildi. MİT o dönem, 1975’te kurulan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin başbakan yardımcılığına getirilen MHP lideri Türkeş’e bağlanmıştı. Katliamın planlamasını ise Türkeş’in dünürü MİT Hukuk Müşaviri’nin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı. MİT, bu rolünü sonrasında da sürdürdü. Katliamla ilgili raporları mahkemelerden gizledi. Mahkeler başladığında MİT ve faşist, şeriatçı çeteler boş durmadı. Dava 1979 yılının Haziran ayında başladı. Haftanın 5 günü yapılan duruşmalar, 8 Ağustos 1980 günü sonuçlandı. Yargılananlar arasında olan MHP Milletvekili Mehmet Yusuf Özsaş’ın oğlu, avukat Edip Özbaş’ın tutuklanması ise mahkemenin basılmasına neden oldu. Yargıçlar tehdit edildi. MHP Milletvekili Özbaş ve yandaşları adliye binasını basıp I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu ve 2. Asliye Ceza Yargıcı Ertop Kanmaz’a saldırarak, ‘Sizi mahvedeceğim, pezevenkler…’ diye küfreder. I. Asliye Ceza Yargıcı Kazım Demirsu, yediği yumruklar üzerine 5 günlük rapor alır. Saldırıya tanık olan Savcı Nuri Mimaroğlu, şunları anlatır: ‘Saat 08.40 sıralarıydı. Makam odamda, ceza hakimlerimiz Kazım Demirsu ile Ertop Kanmaz arkadaşlar beni bekliyorlardı. Odacı gelerek hakim beylerin beni makam odamda beklediklerini söyledi. Odaya girdiğimde her iki hakimlerimizin ayakta olduklarını, polis memuru ile MHP’li milletvekilinin de içeride bulunduğunu gördüm. Milletvekilinin bana ilk sözü ‘Pezevenk’ oldu. Çeşitli hakaretler yağdırıyordu. Polisler milletvekilini dışarı çıkardılar.’ Saldırganların yargıyı işlevsiz kılmaya yönelik saldırıları bununla da sınırlı kalmadı. Davanın müdahil avukatlarından Av. Ahmet Albay, Av. Ceyhun Can, Av. Halil Güllüoğlu peş peşe kontr-gerilla tetikçileri tarafından katledildiler.’

BAYRAM BALCI

http://www.dozdar.tr.gg

Düzeltme : Abdülkadir AKSU dönemin Emniyet Müdürü değil, 1 Eylül 1976 – 9 Ekim 1977 tarihleri arasında Kahramanmaraş Vali Vekilliği yapmıştır.

Kaynak : http://tr.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BClkadir_Aksu

Maraş Katliamı – İlk Perde “Katliama Çağıran Anonslar”

Belediye hoparlörü: Üç din kardeşimizi komünistler öldürdü Askeri telsiz: Aleviler askeri kışlayı bastı.

Radikal gazetesinden Ayça Örer ve Abdullah Kılıç’ın hazırladığı Maraş Dosyasında katliamın gizli kalmış yönleneri açığa çıkıyor.  İşte o Maraş Katliamı dosyasının 2. bölümü…

Maraş olaylarında en kanlı sahnelerin fitili, öldürülen iki sol görüşlü öğretmenin cenazesinin kaldırıldığı akşam saatlerinde ateşlendi. Maraş’ta üç Sünni gencin öldürülmesi kentte infiale neden oldu. Bu infiali bir katliama dönüştürecek anons ise 22 Aralık gecesi belediyenin hoparlöründen geldi: “Üç Müslüman din kardeşimiz komünistler tarafından öldürüldü. Bunların kanı yerde kalmayacak!”
Bu anons peşi sıra cami hoparlörlerinden de yapıldı. “Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar” seklindeki anonslar, kentte artık geri alınamaz bir savaşın habercisiydi. Belediye hoparlöründen yapılan anonslar sabahın erken saatlerinden itibaren devam etti. Halk ölen Sünni vatandaşların cenazesinin kaldırılmasına çağrılıyordu. Asker, yayının yapıldığı belediyeye gittiğinde yayın odasında kimse yoktu. Kime sorulduysa, yayını kendilerinin yapmadığını söylüyordu. Tahrik olan halk, provokatörlerin liderliğinde saldırıya geçti. Trabzon Caddesi’ndeki dükkânlar tahrip edildi.

Yörükselim yerle bir 
Aynı saatlerde sloganlarla yüzlerce kişi, Alevi mahallesi Yörükselim’e yürüyüşe geçti. Ellerinde Türk bayrağı, taş ve sopalar bulunan grup içerisinden bazıları, “Yörükselim’de arkadaşlarımız şehit edildi. Haydin” diyordu. Yörükselim, ellerinde uzun namlulu silahlar, tabancalar, av tüfekleri, benzin bidonları bulunan bu kalabalığın saldırısına uğradı. Birçok kişi öldü, pek çok kişi yaralandı. Onlarca ev yakıldı.
Serintepe Mahallesi’nde de kanlı çatışma başlamıştı. Tam bu sırada ikinci öldürücü anons yapıldı. Askerler, “Kışla’ya saldırı oldu. Kışla’yı Aleviler bastı” şeklinde telsiz çağrısı alınca olay yerinden ayrıldı. Bu provokasyon planı harfiyen işledi. Asker gitti, katliam başladı. 93 ev tahrip edildi, 13 kişi öldürüldü. Aradan 33 yıl geçmesine rağmen askerin oradan uzaklaşmasını sağlayan telsiz anonsunu kimin yaptığı da hâlâ meçhul.
Sıradaki mahalle ise Alevi nüfusunun az olduğu Yusuflar’dı. Ellerinde silah ve sopalar bulunan topluluk daha önceden belirlenen evlere girip, içerideki Alevileri darp ediyor, öldürüyor, sonra da evlerini ateşe veriyordu. Kaçmaya çalışan Aleviler de bu saldırılardan nasipleniyordu. Akşama doğru Yusuflar Mahallesi’ndeki kanlı bilanço şöyleydi: 16 ölü, çok sayıda yaralı.
Sakarya, Yenimahalle, Mağaralı, İsadivanlı ve Dumlupınar mahallelerinde de tam bir vahşet yaşanıyordu. Ne yazık ki, asker ve polis yine ortada yoktu. Bütün bu saldırılara rağmen Maraş’ta katliama katılmayan çok sayıda Sünni vatandaş da vardı. Hatta birçok Alevi vatandaşı evlerinde sakladılar.

Ecevit’in anonsu işe yaramadı
Maraş’ta katliam devam ederken kentte Başbakan Ecevit’in sesinden halkı sakin olmaya çağıran anonslar da yapılıyordu. Şehirde sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen saldırganlar rahatlıkla eylemlerini gerçekleştiriyordu. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Adalet Bakanı, Sağlık Bakanı, Milli Eğitim Bakanı da şehre gelmişti. Ancak onların gayreti de katliamı önlemeye yetmedi. 2. Ordu Komutanı, Jandarma Genel Komutanı ve Vali ile olayları yatıştırmak için toplantılar yapan bakanların çözüm önerileri sonuç vermedi.
Maraş olaylarını “Solcular çıkardı” diyen dönemin CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Kahramanmaraş’a geldiğinde durumun ciddiyetini anlamıştı; ancak iş işten geçmişti. Özaydınlı, tepkiler üzerine yerini Hasan Fehmi Güneş’e bıraktı.

MİT her şeyi önceden biliyordu
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e gönderilen 3 Ocak 1979 tarihli rapor, olayların organize edilmesinde MİT’in rolüne işaret ediyor. Gazeteci Rıdvan Akar ve Can Dündar’ın Ecevit’in arşivinden elde ettiği raporda, “Yeni vuku bulan Kahramanmaraş olayı başta Türkeş, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yusuf Ö. olmak üzere, MİT’ten Şahap H. Ali K., Mehmet K., Avukat Metin E., Nart K.’nın müşterek planlamaları ile çıkarılmış” deniliyor.

Katliamın simgesi o fotoğraf

Esma Suna ve karnındaki bebeği (yukarıda) kurşunlanarak öldürüldü. Bu fotoğraf Günaydın gazetesinde yayımlanınca, Maraş olaylarının vahameti de daha iyi anlaşıldı. Suna ailesinin bir başka ferdinin (sağda) ise sünnetli olup olmadığına bakılmış. 

Maraş’taki vahim tabloyu en çarpıcı biçimde gösteren fotoğraflar Suna ailesine ait. Esma Suna, karnında bebeğiyle beraber kurşunlanarak öldürüldü. Esma Suna’nın karnındaki 8 aylık bebeğini doktorlar ameliyatla çıkararak göstermişti. Katliamdan sonra gazetelere yansıyan haberlerde, Musa Suna’nın sözleri yaşanan trajediyi gözler önüne seriyordu: “Kapıyı kırarak eve girdiler. ‘Size bu dünyada yer yok’ diye bağırıp üzerimize saldırdılar. Evimizi ateşe verdiler. Sonra silahlarını ateşlediler. Gözümü hastanede açtım.” Suna ailesine yönelen saldırganların işlediği cinayetler, daha sonra Maraş Davası gerekçeli kararında şöyle anlatılacaktı: “Esma Suna’nın ‘Kardeşler yapmayın bu vicdansızlığı, biz de Müslümanız, yarın pişman olursunuz, bizim ölümümüzde ne var, biz ölürüz, geri kalanlar yine beraber yaşayacak, yapmayın bunu’ dedikçe saldırganların ‘Neren Müslüman senin, besmele çek bakalım’ dediklerini; besmele çekmesine rağmen inanmadıkları; bu şekilde saat 16.30’a kadar eve saldırdıklarını; saldırganların ‘Size bir şey yapmayacağız, dışarı çıkın, teslim olun’ diye bağırmaları üzerine kızı Fidan Suna ve yeğeni Aziz Tüzün’ün balkona çıktıkları sırada vuruldukları…”

Maraş Katliamını MİT Planladı

Katliamdan sonra Maraş’a giden heyetteki eski Bakan Güneş: Olaylar göz göre göre geldi. Sorduğumuz halde MİT istihbarat vermedi. Bu bir yana bizzat MİT vahşete katkı sundu.

AYÇA ÖRER – ABDULLAH KILIÇ-Radikal

Maraş Katliamı’nın 33. yıldönümünde, olaylardan 15 gün kadar sonra kente gönderilen senato heyeti içinde yer alan eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, yaşananları tek kelimeyle özetledi: “Faşist bir plandı.” Güneş, o döneme dair çarpıcı açıklamalarda bulundu. Katliamın göz göre göre geldiğini belirten Güneş, MİT’in hükümete konu ile ilgili hiçbir istihbarat vermediğini söylerken, bilgi bir yana, Maraş’taki katliama bizzat katkı yaptığını söyledi.

Olayların asker tarafından sıkı yönetime ortam hazırlamak amacıyla kullanıldığını da ifade eden Güneş, o dönem katıldıkları bir MGK toplantısında askeri kanatla yaşadıkları sıkıyönetim tartışmasını da anlattı: “Olaylar başladı, valiye istihbarat verilmedi, askeri çağırmakta da geç kalındı. Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı… Bakanlık görevim boyunca MİT’ten bilgi alamadım”.

Önceki gün Habertürk televizyonuna konuşan Güneş, “Birbirimizin üzerine atarak bunların altından kalkamayız. Ben bunun başka büyük planlarla, dünya ölçeğinde dünyayı düzenlemek iddiasında olanların planları yahut projelerine kanmak suretiyle meydana geldiği kanısını taşıyorum” dedi. Güneş, yapılmak istenin oradaki insanları öldürmekten ibaret olmadığını, asıl istenenin Türkiye’nin askeri yönetime devredilmesini sağlamak olduğunu vurguladı.

Katliamın acı bilançosu 
1978’de 19-26 Aralık günleri arasında yaşanan olaylarda 150 kişi öldürüldü.
Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı, 100’e yakın işyeri tahrip edildi.
Savcılığa göre, katliama karışanların sayısı 1350 kişiydi. Bunların 752’si ilk etapta tutuklandı.
Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza aldı.
1991’de çıkan TMK ile ceza alanların bir kısmının yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri serbest kaldı.
Katliamda birinci dereceden rol aldığı belirtilen 68 kişiye ise hiç ulaşılamadı.

Devlet katliamı seyretti

Meçhul 26 piyangocu, CIA şefi, gizlenen silahlar… 33 yıl geçti ama eldeki o kadar delile rağmen katliamın sorumluları hâlâ bulunamadı! 

Maraş’ta 33 yıl önce 1978’de yaşanan vahşet olaylarını anlamak için aylar öncesinde Türkiye’de başlayan toplumsal çalkantılara bakmak gerekiyor. 1978’in son altı ayında özellikle Alevi ve Sünni vatandaşların yoğun olarak yaşadığı yerlerde bombalı ve silahlı saldıralar, Maraş’ta yaşanacak katliamın hazırlayıcısı, hatta provası niteliğindeydi. Farklı illerde çoğu ölümle neticelenen eylemler Maraş’ta bir ‘iç savaşa’ dönüştü. Öncesinde Malatya, Sivas, Erzincan ve Elazığ’da atılan nifak tohumları, en şiddetli Maraş’ta yeşerdi…

Maraş’taki vahşetin bu denli büyük boyutta olmasında kentte son yıllarda yaşanan değişimin de payı var. Pazarcık Ovası’nda pamuğun değer kazanması, tarımla geçinen Alevilerin zenginleşerek Maraş merkezine yerleşmesi, zengin Sünnileri tedirgin ediyordu. Alevilerin sosyal yaşamda aktif yer alması daha önce sağ kesime ait olan ‘statü’ye ortak olmaları, hatta zenginlikte onları geçmeleri büyük rahatsızlıklara yol açıyordu. Bu rahatsızlıklar zaman zaman “Maraş sağcıdır, burada sol barınamaz” şeklinde dışa vurdu. O günlerin meşhur diğer bir sloganı da “Maraş’tan ses gelmiyor”du.

Beklenen ses geldi! 
Maraş’tan beklenen ses nihayet gelmişti! 19 Aralık 1978’de ülkücülerin gözde filmi, Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak”ın gösterildiği Çiçek Sineması’na ses bombası atıldı. Sinemanın ‘komünistler tarafından bombalandığı’ iddia edildi. Zaten şehirde Alevilerin Sünnilere saldıracağı, camileri bombalayacağı günlerdir konuşuluyordu. Bu dedikoduları duyan Aleviler, Yenimahalle’de ‘camilere bir şey olmasın’ diye kendileri
19-26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen Maraş katliamı, Alevi ve Sünni vatandaşlar arasında yasansa da aslında ‘derin devlet’in Türkiye’deki en büyük organize eylemi olarak tarihe geçti. Kontrgerillanın organize ettiği, ülkücü grupların başı çektiği saldırı sonucu resmi rakamlara göre 111, olayın şahitlerine göre ise 150 kişi yanarak, kesilerek ve kurşunlanarak öldürüldü.

‘Emri Ankara’dan alırım’ 
Olayların başladığı ilk günden ayın 26’sına kadar hem polis hem de asker kentte yaşanan katliam karşısında aciz kaldı. Hem olaylara müdahale edecek yeterli güçleri yoktu hem de niyetleri! Olayın ikinci günü kente gelen ve eylemcilere müdahale edilmesini isteyen İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’ya 2. Ordu Komutanı İbrahim Şenocak, “Paşam, sizi severim ve sayarım ama emirleri Ankara’dan alırım” diyecekti.
Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırıldı. Daha sonra bu cezalar Yargıtay tarafından bozuldu. 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ceza alanların bir kısmının cezaları yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri de serbest kaldı.

Güneş 19 Aralık’ta karanlık doğdu… 
Olayların kıvılcımı 19 Aralık’ta çakıldı. Cüneyt Arkın’ın oynadığı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ adlı filmin Çiçek Sineması’nda gösterimi sırasında sinemaya ses bombası atıldı. Ses bombasını bir iddiaya göre ülkücü Ökkeş Şendiler, diğer bir iddiaya göre de sol görüşlü Salman Ilıksu attı. 20 Aralık’ta Yeni Mahalle’de birAlevi vatandaşa ait kahvehane bombalandı. Bir gün sonra sol görüşlü iki öğretmen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. Öğretmenlerin cenazesi olayların bir katliama dönüşmesine yol açtı. “Aleviler, yarın Sünnilere saldıracak” yaygarası üzerine Ulu Cami etrafında toplanan ülkücü grup polis barikatını aşıp Alevilere saldırdı. Akşam saatlerinde Maraş’ta üç Sünni gencin öldürülmesi üzerine tarihin en acı olaylarından birisinin fitili ateşlendi.

Alevi evleri işaretlendi 
Olaylar başlamadan günler öncesinde Alevi vatandaşlara ait ev işyerlerine nüfus sayımı yaptıklarını söyleyen bazı kişilerce işaretler konuldu. Olaylar başlayınca saldırganların elebaşları, “Üzerinde işaretli evleri yakın, yıkın, diğerlerine dokunmayın” diyecekti.

O Milli Piyangocular kim? 
Olaylardan önce Milli Piyangocu kıyafeti giymiş 26 kişi kente geldi. Otel kayıtlarında bu kişiler piyangocu olarak kaydedilmişti. Kayıtlar 1979’da Milli Piyango İdaresi’ne soruldu. İdare bu kişilerin kendi çalışanları olmadığını bildirdi.

Maraş’ta bir CIA şefi… 
Katliamla ilgili en ilginç detayı olaylar başlamadan önce ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Alexander Peck’in Maraş’ta bulunmasıydı. Peck’in adını vermese de dönemin Maraş Emniyet Müdürü Kazım Ulusoy da bazı ABD’lilerin Maraş olaylarından önce kente geldiklerini, otelde konakladıklarını doğruluyor. Maraş’tan sonra aynı şahıs Çorum, Tokat ve Amasya’da da görüldü.

‘Mağara cephane dolu’ 
Türkeş, 22 Nisan’da Köşk’e telgraf çekerek “Halk infial halindedir” dedi. İçişleri Bakanlığı’na 26 Aralık’ta ‘CHP’liler’ imzasıyla gönderilen bir mektupta da Nurhak’ta bir mağarada cephane ve silah olduğu bildirildi.

ADIM ADIM MARAŞ’A GİDEN YOL 

18 Ocak 
Ecevit Hükümeti, TBMM’de güven oyu aldı.

16 Mart 
İstanbul Üniversitesi’ne bomba atıldı. 5 öğrenci öldü, 50’ye yakın öğrenci yaralandı. Üniversite bir süreliğine öğretime ara verdi.

12 Nisan 
Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi’ne bombalı saldırıda çok sayıda öğrenci yaralandı.

15 Nisan 
Malatya’da 3 öğrenci, Ankara ve Kahramanmaraş’ta 2 işçi öldürüldü. Ankara’da MHP’nin Uyarı ve Yürüyüş Mitingi yapıldı.

17 Nisan 
‘Hamido’ lakaplı Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu gönderilen bombalı paketle öldü. Maraş’ta Alevilerin önde gelen isimlerinden Memiş Özdal’a bombalı paketler yollandı.

18 Nisan 
Büyük bir grup “Kahrolsun komünizm, katil Ecevit, Müslüman Türkiye, Dan Dan Hamido’ya intikam” sloganlarıyla yürüyüşe ve saldırıya geçti. Alevilere ait ev ve iş yerleri işaretlendi. Birçok işyeri tahrip edildi.

19 Nisan 
İçişleri Bakanı Kahramanmaraş’ta Türk Yıldırım Komandoları ve Esir Türkleri Kurtarma Ordusu’nun kurulduğunu açıkladı. MHP, halkı birleşmeye çağırdı.

20 Nisan 
Ordudan atılan bir yüzbaşı evinde orduya ait TNT kalıplarıyla yakalandı. Yüzbaşının Maraş’a silah sevkıyatında görevli olduğu iddia edildi.

22 Nisan 
Alparslan Türkeş: “Kahraman-maraş’ta halk infial halindedir.”

23 Nisan 
Başbakan Bülent Ecevit: “MHP Genel Başkanı’nın bildiği bazı şeyler var. Bu arada hükümetimiz bir güvenlik önlemi almak üzere çevre il ve garnizonlardan Maraş’a askeri birlikler gönderdi. Önlem alınmıştır.”

27 Nisan 
Ülke genelinde 1 Mayıs afişi asan 4 kişi öldürüldü.

28 Nisan 
İzmir’de bir jandarmayı öldüren TİKKO’cu idama mahkûm edildi.

1 Mayıs 
Elazığ’da bir cami minaresinden ‘suya zehir atıldı’ şeklinde anons yapıldı. Halk galeyana geldi, ancak güvenlik güçleri halkı zorla da olsa yatıştırmayı başardı.

29 Eylül 
Malatya Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü.

19 Aralık 
Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na ses bombası atılmasıyla başlayan olaylar tam bir Alevi katliamına dönüştü.

8 Ekim 
Abdullah Çatlı liderliğindeki militanlar Ankara’da Bahçelievler Katliamı olarak bilinen saldırıda bir evde 7 öğrenciyi kurşuna dizildi.

Mahalle bakkalı bile biliyordu!

Katliamda 14 yaşında olan Birgül Sarıkaya olayın travmasını hâlâ üzerinden atamadı.

Cumhuriyet– Birgül Sarıkaya (47) Maraş katliamı yaşandığında 14yaşında bir çocuktu… Kıyımın başladığı gününsabahında, ilköğretimmüfettişi babasının,“Yoksuldur,alışverişinizi ondan yapın” dediği bakkala gitti çizgili kâğıt almak için. Bakkalın gülerek “Bugün olacaklardan haberiniz var mı?” dediğini babasına söyledi. Birkaçsaat sonra evleri yakılacak, babası öldürülecek, annesi yaralanacak, kız kardeşleriyle birlikte sokaklarda dolaştırılırken tacize maruz kalacaktı. Dört kız kardeş yaralı anneleriyle birlikte Maraş’ta 1 hafta süren insan avından, ancak “Ankara’dan gelen özel yazı” sayesinde kurtulabilecekti. O günleri anlatırken hâlâ gözyaşı döken Birgül Sarıkaya, “Katilleri cezalandıramadılar, en azından bizlerden özür dilensin” diyor.

Aslen Sivas-Kangallı bir ailenin kızı olan Sarıkaya, katliamda babası ilköğretim müfettişi Süleyman Metin’i kaybetmiş. Çevresinde solcu, demokrat, sendikacı bir kişi olarak tanınan babası Süleyman Metin’in, katliamdan önce belirlenen hedeflerden biri olduğunu belirten Sarıkaya, korkunç katliam günlerini şöyle anlattı: “Ev yanıyordu. Babamın cenazesini yangından çıkarmaya çalışıyorduk, onlar da bizi ha bire içeri atıyorlardı. Sonra bizi döverek, sürükleyerek türlü hakaretlerle bilmediğimiz bir mahallede bir eve götürüp kapattılar. O evden kaçtık. Peşimize düştüler, bizi kovaladılar. Ablamın bir arkadaşının evine sığındık. Maraş’ın yerlisi tutucu bir aileydi. Evin hanımı bizi saklamak istiyordu, ama kocası evi yakarlar diye korkuyordu, bizi onlara vermek istiyordu. Sonunda kadın hükümet konağına haber göndermiş. Askerler geldiler. Bizi bir askeri araca bindirdiler. Etrafımızda asker varken bile bize vuruyor, hakaret ediyorlardı. Üç kız kardeş, hükümet konağına götürüldük.” Maraş’ın mahallelerinde korkunç bir kıyım sürerken olan bitenden habersizmiş gibi karşılamış hükümet konağındaki yetkililer üç kız kardeşi. “Ne oldu, hayırdır?’ diye soranlar olmuş! İlk şoku atlattıktan sonra anneleri gelmiş akıllarına kız kardeşlerin. Babalarının bir arkadaşı eve gitmiş, annelerini getirmiş. Vücudunun çeşitli yerlerinden ve yüzünden yaralı halde, bir gözünü kaybetmiş olarak! Üzerine gaz döküp yakmaya çalışmışlar üstelik… Anne ve üç kız kardeş bir araya gelince, en küçük kız kardeşlerinin kayıp olduğu ortaya çıkmış. Maraş’tan ayrıldıktan 15 gün sonra bulabilmişler kardeşlerini…

Astsubay Ali sahip çıktı

Sarıkaya, kardeşleri ve annesiyle birlikte, Astsubay Ali’nin evine yerleşmişler sonra. 1 hafta kalmışlar o aile dostlarının evinde. Maraş’tan çıkabilmek için aile dostları olan dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın özel yazısını beklemişler 1 hafta boyunca. Sarıkaya, “Yazı gelince, bir dolmuş tuttular. Bindik, yola koyulduk. Babamın tabutunu da dolmuşun üstüne koyup bağlamışlar. Bunu ancak geceleyin, dolmuşun gölgesi ay ışığında ortaya çıkınca anladım” dedi.

Mersin’de yaşayan ve olayın etkisini üzerinden atamayan Sarıkaya, “Hala kalabalıklardan korkuyorum” diyor. Sarıkaya, toplumun ve devletin vicdanına “En büyük isteğim bizden özür dilenmesi. Bu bizim içimizdeki acıyı biraz olsun dindirir” diye sesleniyor.

24 Aralık 2011

İncelenebilecek diğer bilgi linkleri;

http://blip.tv/sansursuzgercekler/maras_katliami_unutturulanlar_belgesel-6163770

Maraş Katliamı Dosyası Tanıklar 28 . yılında katliamı anlatıyor

Bugün, 17.06.2013 ve aktörleri farklı, çağdaş araçların kullanıldığı çok ama çok benzer bir senaryo İstanbul’dan başlanarak tüm Türkiye’ye yayılmak istenmektedir. Halkımızın hangi çağrılara cevap verip vermeyeceğini artık kestirebiliyor olması ve ülkemizin bu kirli oyuna, oyunculara alet olmaması gerekmektedir. Öyle bir hale getirilmiştir ki halk şuan ben burada “halkımızın alet olmaması gerekmektedir” dediğimde kirli beyinlerin ortaya sunduğu kirli düşünceler “benim nasıl düşüneceğimi bana söyleyemezsin, benim özgürlüğümü kısıtlayamazsın” diyerek halkı her şekilde yanıltmaya çalışmaktadır. Özgürlüğümüz ve demokrasimiz sorgulanamaz. Bizler hiç bir diktatörün ve düşüncenin izinde yaşamıyoruz, yaşamamalıyız. Lütfen artık yakın tarihimizi okuyun arkadaşlar ve oradan o kadar çok şey öğreneceksiniz ki, bastırılmış beyinler olmadığımızı, yanlış yönlendirildiğimizi ve eksik bilgilendirildiğimizi anlayın. AKP ‘sine oy veren de bu ülkenin vatandaşı, CHP ve MHP partisine veren de bu ülkenin vatandaşı. Sokakta eylemlerde artık dağdaki adamla benim oyum bir olamaz söylemleri dolaşmakta lütfen artık zihinlerinizi, olaylardan uzaklaşıp dış düşüncelere bir açın. Yaşan olaylara farklı gözlerden bakmaya başlayın. Hangi demokrasiyi arıyoruz, neden tencerelere vurarak eylem yapıyoruz? Yolları neden kapatıyoruz, karşıt fikirli birisi karşınıza çıktığında tahammül edemiyoruz? Lütfen uyanın bu uykudan.

Taksim meydanında olayların cereyan etmesinden önce her kes neden yine safları tutu organize olmuş? sorgulayın? Kim bizim üzerimizden iktidara ulaşmak istiyor? Neden sosyal medyaya yalan haberler yayılıyor? kimler bunlar? insanları ögütleme çabası ise neden bu yol tercih ediliyor? Kendimize bir değil birden çok soru sormamızın zamanı geldi de geçiyor bile!